Türkler’de Devlet

0

Devlet toplumsal hayatın vazgeçilmez kurumlarının en önde gelenidir. Uluslar varlığını devletlerin koruyuculuğu altında sürdürebilmektedirler. Devletin kökenlerini eski çağların ilkel topluluklarında yer bulan kabile ya da klanlara dayandırabiliriz. Temel hukuksal kurallar aracılığıyla suçluları yargılayıp cezalandırmak, sınırları çizilmiş olan ülkeyi iç ve dış tehlikelerden korumak devlet kurmanın temel gerekçeleridir. Devlet öz olarak halk, egemenlik ve ülke unsuru olmak üzere üç temel unsurdan oluşmaktadır.


Egemenlik unsuru tarih boyunca milletlerin hayatında önemli çalkantılara sebep olmuştur. Egemenlik anlayışındaki değişimler toplumlarda derin izler bırakan etkilere yol açmıştır. Nitekim Gazi Mustafa Kemal Türk Kurtuluş Savaşı ve devrimleriyle egemenliği Osmanlı Hanedanlığından alıp Türk milletine armağan etmiş ve bunu Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” diyerek Cumhuriyete dost ve düşmanın beyinlerine kazımıştır. Dolayısıyla devlet organizasyonunda egemenlik unsuru tarih boyunca en dinamik yapıyı oluşturmuştur denilebilir.


Türklerde devlet olgusunun yerini ise eskilerin şu ifadesi açıkça göstermektedir. “İki Yahudi bir araya gelirse şirket kurar; iki Türk bir araya gelirse devlet kurar.”  M.Ö. 200’lü yıllarda kurulan Büyük Hun İmparatorluğu ile başlayan devlet kurma geleneği Türklerin kurduğu son devlet olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne kadar süregelmiştir. Bu süre zarfında Türk milleti çok sayıda devlet kurmuştur. Diğer taraftan yüzyıllar öncesinde olduğu kadar günümüzde de önemi büyük olan devletin askeri faaliyetleri ilk Türk devletlerinin öncülüğünde sistematik bir niteliğe bürünmüştür. Hun imparatoru Mete’nin geliştirdiği onluk askeri yapı zamanın en büyük devleti olan Çin İmparatorluğu başta olmak üzere dünya devletlerini etkilemiştir.


Diğer taraftan Türklerde tarih boyunca ordu-devlet anlayışının benimsendiğini görmekteyiz. Ordu-devleti ise devletle ordunun bir bütün halinde ele alındığı sistem olarak basitçe tanımlayabiliriz. Nitekim Türk devletlerinin tamamı savaşçı niteliklerini korumuşlardır. Kuruldukları bölgelerde sürekli bir tehdit altında olmuşlar daha önemlisi ülke sınırlarını genişletme çabası içersinde olmuşlardır. Toplumumuzun büyük çoğunluğu tarafından kabul gören “Her Türk asker doğar.” anlayışı ordu-devlet yaklaşımının günümüz Türkiye’sinde de kabullenildiğini göstermektedir.


Konuya farklı bir açıdan yaklaşarak, Türklerde devlet ve din işleri münasebetine kısaca değinmek istiyorum. Genel itibarıyla Türklerin tarih boyunca din işlerini devlet işlerinden ayrı tuttuğunu söyleyebiliriz. Başta Göktürkler olmak üzere İslamiyet öncesi Türk devletlerinde inanılan din olan Gök Tanrı dininde devlet işlerinin din işlerinden ayrı tutulduğunu söyleyebiliriz. Burada devleti ilgilendiren kararların alındığı toy adlı meclislerde dönemin en büyük din adamı sayılan kişi sadece danışma birimi konumundaydı. Alınan kararlardaki temel dayanaklar örf, adetler ve hakanın tasarruflarıydı. İslamiyet sonrası kurulan başlıca Türk devletleri olan Selçuklular, Osmanlılar ve Türkiye Cumhuriyeti’nde de laik bir yapının ağırlık taşıdığını görmekteyiz.


Fakat bunların içersinden Osmanlı Devleti’nin kısmen veya zaman zaman anti laik bir nitelik arz ettiği söylenebilir. Öyle ki Gazi Mustafa Kemal 1925 yılında Ankara Hukuk Mektebi’nin açılışı konuşmasında şöyle bir ifadede bulunmuştur: “1453 zaferini ulusumuza armağan eden zihniyet, matbaanın yurdumuza girmesine karşı olan anti laik kesime karşı direnememiştir.”  Osmanlı içindeki bu gerici kesim imparatorluğu çöküşe sürüklemiş, tanzimatla beraber batının taklitçiliği yapılsa da artık çok geç olmuştur.


Son olarak her ne kadar özgürlük yanlısı ve demokrasi aşığı olsam da devletin kestiği parmak acımaz diyerek yazımı sonlandırmak istiyorum.

Bir önceki yazımız olan Malazgirt Savaşı başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir