Türkler’de Devlet Felsefesi

0

En erken dönemlerde bile mutlaka halkını yaşatacak bir devlet kurmuş olan Türklerin her daim devlet felsefesinde değişiklikler olmuştur. İlk devletimiz olan İskitler sonrasında Avrupa’da, Asya’da koca koca Hun devletlerinin ardından 552 yılında kurulan Göktürk devleti temel olarak aynı ilkeler üzerine kurulmuş ve yönetilmişti. Ancak Türkler’in din değiştirmesi ve yoğun göçleri ile her şey değişti.

Göktürk İmparatorluğu Bayrağı

Bahsettiğim İskitler-Hunlar-Göktürkler dönemi M.Ö. 8. yy ile M.S. 8. yy arasında 1600 yıllık bir serüvendir. Temel olarak bozkır yasaları olarak bilinen Türk töresi hukuk anlayaşımızı, Göktanrı dini ise din anlayışımızı şekillendirmiştir. Bu bağlamda bu 1600 yılın ortak noktalarını söyleyelim. İlk gözümüze çarpan devleti hangi aile kurduysa o aile devlet yönetiminde kalıyordu. Osmanlı’da dahi devam eden bu gelenek hanedan ailesi anlayışı ile öne çıkıyor. Törelere göre Türk kadından olma çocuk tahta geçmelidir. Bunun ardından devletin başında her kim olursa olsun mutlaka “ihtiyar heyeti” adı verilen bilgelere danışarak karar almalıydı. Hunlar ve Göktürkler zamanında bunlara “Güngörmüşler” adı verilirken Osmanlı’da da kısmen devam ederek Divan-ı Hümayun adını almıştır. Örneğin Metehan’ın bu bilgelere defalarca danıştığını belgelerle görüyoruz.

İstikler Canlandırılmış Görsel

İlk Türk devletlerinde nedendir bilinmez, başkentte oturan devletin yönetimindeki aile ile imparatorluğun en ucunda oturan sıradan bir aile arasında yaşam kalitesi açısında pek fark yoktu. Herkes töreleri bilir ve sade bir yaşam sürerdi. Birçok Hun ve Göktürk Kağanı çobanlık, demir işçiliği gibi işlerle meşguldürler. Örneğin Göktürk devleti’nin kurucusu Bumin Kağan, “demirci bir köle” olduğu ima edilerek aşağılanmış ancak söyleyen kişi elbetteki bunu canıyla ödemiştir. Bu bize gösteriyorki eski Kağanlarımız asla milletine karşı böbürlenmeyen ve tepeden bakmayan insanlardı. Ancak İslam sonrası Türk devletleri bu şekilde değildir. 

Hukuki açıdan bir yanlışıda belirtmeden geçmeyelim. Türkler’de ülke hükümdar ve ailesinin ortak malı olarak sayılırdı. Böyle bir yasanın olduğu doğrudur. Hunlar, Göktürkler, Selçuklu, Akkoyunlu, Osmanlı ve Timurlu gibi birçok Türk devletinde bu anlayışı görüyoruz. Bakış açısı olarak hatalıdır elbet. Ancak şöyleki; bu anlayış toprakların tamamı hükümdara ait ve halkın burada hiçbir şekilde sahip çıkma hakkı yok değildir. Bu ülkenin kuzeyinden güneyine, doğusundan batısına her yerde hükümdarın sözü muteberdir şeklinde oluşmuştur. Olayı yanlış anlamadıysak böyledir.

Timur

Sıra ülkenin ayrılmasında bağımsız tek bir vatan içerisinde özerk doğu ve batı ayrımı mevcuttu. Bu anlayış yönetimin kolay olması ve kardeşlerin taht kavgalarını önlemek içindi. Büyük kardeş doğuyu yönetir ve doğu her zaman yönetimde üstün sayılırdı. Bugün bile Doğu Türkistan ve Batı Türkistan ayrımını görebiliyoruz.

 Devletin yine olmazsa olmazı iyi yetişmiş askerlerdi. Türkler ezelden beridir göç eden bir millet olduğundan her daim savaşa hazır olmak bilinciyle yetiştirilirdi. Üst taraftaki sibirya milletleri alt tarafta çin ve yer yerde iran ile münakaşalar çok olduğundan savaş bilinci her zaman var olmuştur. Türklerde iyi asker yetiştirmek gibi bir dert hiç olmadı ve yine askere katılım her zaman yüksekti. Her ikisinin nedeni de milli bilinç ve milli çıkarlardı. İnsanlar obalarından türlü türlü oyunlar ile sürekli meşgul olduklarından her daim savaş olacakmış gibi hazır bulunuyorlardı. Bu da elbetteki düşman devletler için büyük bir sıkıntıydı.

Her ne kadar devletimizin bir hukuk, din, ekonomi ve askerlik anlayışı olsa da. Toplumumuz yerleşik hayata geçmediğinden bir bilim ve sanat anlayışına ancak islamın kabulu ile sahip olabildik. Türk insanı hep otağlarda (çadırlarda) yaşadığından hiç mimari anlayışa sahip olamadık. Edebi anlamda Uygurlar’dan kalma Irk Bitig adlı kitap ve Orhun, Yenisey, Talas yazıtları dışında hiçbir kaynağımız yok. Ancak yinede heykeltıraşlık ve ressamlık gibi birkaç sanat dalı toplumumuzda her zaman varlığını korumuştur. 

Türklerin ne kadar devlet felsefesi olsa ve 10.yy sonrası devletler islam hukuku (şeriat) ile yönetilsede her zaman hükümdarlar kendilerinden bir şeyler katmıştır. Örneğin Oğuz Kağan, Bilge Kağan, Emir Timur, Karamanoğlu Mehmet bey, Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman ve daha nice hükümdarlar kendi kanunlarını da eklemeyi ihmal etmemişlerdir.

Son olarak Türk devlet felsefesi kısmi anlamda bugüne ulaşsada bu oran gerçekten çok azdır. Artık günümüze uygun bir şekilde demokrasi ve çağdaşlık bütün dünyayı sarıp sarmaladığından kimse için bir önemi kalmamıştır. Eğer gün gelirde birileri tekrar devlet felsefemizi hayata geçirmek dileğinde olursa. Bu eski gelenek ve göreneklerimiz çekimlenerek, biçimlendirilerek günümüze uyarlanabilir. Ve belkide olumlu sonuçlarını dahi görebiliriz. O güne kadar esen kalın.

Bir önceki yazımız olan Napolyon’u Yenen Osmanlı Paşası başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir