Sömürgecilik Tarihi

0

Sömürgecilik bir toplumun bir diğer toplum üzerinde siyasi ve ekonomik güç oluşturarak üretim kaynaklarını kendi lehine kullanmasıdır. Uzun bir tarihi geçmişe sahip olmakla beraber günümüzde halen sömürge esareti yaşayan toplumlar ve sömürgeci devletler bulunmaktadır. Sömürgecilik konusunun özellikle ekonomik, siyasi ve tarihi bir olgu olduğunu söyleyebiliriz. Bununla birlikte İngiltere’nin 1878’de Orta Doğu’yu kontrol etmek amacıyla Kıbrıs’a yerleşmesinde olduğu gibi sömürgecilik bazen askeri ve stratejik amaçla da yapılabilir.


Sömürgeci devletler sömürgeleştirmeyi meşrulaştırmak için konuyu felsefi açıdan tanımlamaya çalışmışlardır. Nitekim bu doğrultuda söz konusu devletler tarafından bir dizi inanç benimsenmiştir. Bunlardan en önde geleni ve en bilineni ise ırklar arasındaki üstünlük sıralaması görüşüne olan inançtır. Örneğin tarih boyunca, beyaz ırktan olan batılılar siyah ırktan olan afrika kökenli zencilere karşı üstün olduklarını savunmuşlardır. Sözde bilimsel teorilerle de desteklenmeye çalışılan bu tür inançlar özellikle sanayi devriminden sonra İngiltere başta olmak üzere Avrupa ülkelerinde yayılmıştır.


Orta Çağ’ın sonlarından itibaren özellikle İspanyol ve Portekizli denizcilerin öncülüğünde gerçekleşen coğrafi keşiflerin sömürgecilik üzerindeki önemli etkisi olmuştur. Avrupalı denizciler Çin ve Hindistan’la deniz yolu üzerinden ticarete girişmişlerdir. Ayrıca Amerika kıtası keşfedilmiş ve buradaki altın ve gümüş gibi değerli madenler Avrupa’ya taşınmıştır. Bu gelişme Avrupa’yı zenginleştirerek sosyal ve siyasi devrimlerin öncüsü olacak olan bir burjuva sınıfının ortaya çıkmasıyla sonuçlanmıştır. Söz konusu yıllarda İspanyollar Orta ve Güney Amerika’da koloniler kurmuşlardır. Daha sonraki yıllarda ise İngiltere Kuzey Amerika’da yer alan 13 koloni kurmuştur. Bu koloniler İngiltere’nin ağır vergileri altında ezildiklerinden dolayı 1876 yılında birleşerek İngiltere’ye karşı bağımsızlıklarını ilan etmişler ve bugünkü Amerika Birleşik Devletleri’nin temellerini atmışlardır.

Canlandırılmış Görsel


Diğer taraftan Sanayi Devrimi ile batı ülkeleri arasında hammadde ve pazar arayışı önem kazanmıştır. 19. yüzyılda buhar makinesinin deniz ve demiryolu ulaşımında kullanılmasıyla Avrupa ülkelerinin sömürgeci faaliyetleri artmıştır. Bu dönemde İngiltere ve Fransa gibi güçlü batı ülkeleri özellikle Afrika ve Uzak Doğu ülkeleri üzerinde koloniler kurmuşlardır. Söz konusu yıllarda İngiltere Hindistan, Mısır ve Güney Doğu Asya ülkelerinden bazılarını; Fransa Cezayir’i; Rusya Sibirya ve Orta Asya’yı sömürgeleştirmiştir.


Sömürgeciliğin en yaygın türleri olan siyasi ve ekonomik kolonileşmenin yanı sıra bazı ülkeler yerleştikleri bölgelerde dini ve kültürel yayılmacı faaliyetlerde bulunmuşlardır. Propaganda ve misyonerlik faaliyetleri olarak karşımıza çıkan bu uygulamaların yaşandığı bölgelerde sömürge esareti daha uzun sürmüştür. Diğer taraftan tarihsel süreç içersinde Çin batılı ülkelerin Hrıstiyanlaştırma çabaları nedeniyle batı ile ilişkilerini bir dönem kesmiştir.


Daha öncede değindiğimiz üzere sömürgecilik faaliyetleri denizcilikteki gelişmelerle paralel bir seyir izlemiştir. Nitekim İngiliz ticaret şirketleri deniz aşırı pazarları kimseyle paylaşmak istemememişlerdir. Bu nedenle İngiltere ve Fransa arasında Yedi Yıl Savaşları (1756-1763) yaşanmıştır. Bundan yaklaşık yüz elli yıl sonra ise sömürgeci devletler arasında hammadde ve pazar elde etme mücadelesiyle Birinci Dünya Savaşı patlak vermiştir.


Tarihsel gelişimine kısaca göz attığımız sömürgecilik faaliyetleri günümüzde farklı bir şekle bürünmüştür. Yeni sömürgecilik olarak adlandırılan bu yaklaşıma göre gelişmiş ülkeler kapitalist ekonomi diğer bir deyişle emperyalist ideoloji ile az gelişmiş üçüncü dünya ülkelerini sömürmektedirler. Burada kullanılan araç ise öncelikle çok uluslu şirketler olmak üzere uluslararası siyasi ve ekonomik kuruluşlardır.


İnsan hakları konusunda gelişmiş ülkelerin aldıkları bireysel mesafe ve esaret altında bulunan ülkelerde milliyetçi ruhun canlanması sömürge faaliyetlerinin azalmasına sebep olmuştur. Buna rağmen halen dünyada yaklaşık 27 milyon köle yaşamakta ve özellikle batılı ülkeler Asya ve Afrika ülkelerinin yönetimleri üzerinde söz sahibi olmaya devam etmektedirler.

 
Sömürge esareti yaşayan toplumların her ne gerekçeyle olursa olsun bu düzeni hak ettiklerini öne sürmek insani hassasiyetin bir köşeye atılması anlamına gelmektedir. Buna rağmen aslında Tanrı’nın belirli bir topluma değil tüm insanlığa armağan ettiği yeryüzündeki doğal kaynakları kullanamayan ülkelere diğer ülkelerin müdahale etmelerinin gereği de düşünmeye değerdir!

Bir önceki yazımız olan Reform Nedir başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir