OSMANLI DEVLETİ

Osmanlı Devleti 1299-1922 yılları arasında hüküm sürmüş bir Türk-İslam devletidir. Türklerin tarih boyunca kurmuş oldukları sayısız devletten en uzun ömürlü ve en kudretli olanı Osmanlı Devleti’dir. Nitekim Devlet-i Ali Osmaniye 600 yıl üç kıtaya egemen olmuş ve dünyaya hükmetmiştir. Söz konusu asırlarda Osmanlı hem Türk milletinin hem de İslam coğrafyasının liderliğini üstlenmiştir.


Osmanlı Devlet’i, devlet yönetimi (özellikle merkeziyetçi yönetim) ve askeri teşkilatlanma açısından olduğu kadar kültür, sanat ve bilimde de oldukça ileri gitmiştir. Büyük şahsiyetler yetiştiren ve eşsiz eserler ortaya koyan Osmanlılar medeniyet tarihine önemli katkılarda bulunmuşlardır. Elbette ki tarihin akışı içersinde bunca yıl yaşamını sürdürebilmiş bir devletin üstün yetenekli düşünür, sanatçı ve ilim adamı yetiştirmiş olması bir tesadüf değildir.


İmparatorluğun en geniş sınırlarına ulaştığı dönemde devletin bünyesinde farklı din, dil ve ırktan insanlar yaşamaktaydı. Bu farklı kültürleri uzun yıllar bir arada tutan devlet politikası ya da değer ise hoşgörü ve adalet anlayışıdır. Türk-İslam düşünürü ve halk şairi Yunus Emre’nin “Yetmiş iki millete bir gözle bakmak…” dizesi Osmanlı Devleti’nin hoşgörüsünün özünü oluşturmaktadır.

OSMANLI DEVLETİ KURULUŞ DÖNEMİ (1299-1451)


Kuruluş dönemi Osmanlı Beyliği’nin kuruluşu olan 1299 yılından Fatih Sultan Mehmet’in Osmanlı tahtına geçtiği 1451 yılları arasını kapsamaktadır.


Bilindiği üzere Türk tarihi Ötüken başkent olmak üzere Orta Asya bozkırlarında Hunlarla başlamıştır. Zamanla Türkler Orta Asya’dan dört bir yöne göç ederek diğer kıtalarda varlıklarını sürdürmüşlerdir. Batıya göç edenlerin bir kısmı ise Anadolu’yu yurt edinmiştir.


1071 yılında Büyük Selçuklu Hükümdarı Sultan Alparslan Bizanslıları Malazgirt ovasında bozguna uğratmış ve Anadolu’nun kapısının Türklere açmıştır. 1176 tarihinde ise Anadolu Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan yine Bizanslıları Miryokefalon Savaşı’nda mağlup ederek Anadolu’daki ebedi Türk hâkimiyetinin müjdeleyicisi olmuştur.


Diğer taraftan, Osmanlı Devleti’nin kurucusu olan Osmanoğulları hanedanı, Oğuzların Kayı boyundandır. Kayı boyundan olan Ertuğrul Gazi aşiretiyle Anadolu’ya gelmiş ve Söğüt-Domaniç bölgesini kendine yurt edinmiştir. Daha sonra Ertuğrul Gazi’nin oğlu Osman Bey 1299 yılında bir uç beyliği olan Osmanlı Devleti’ni kurmuştur.


Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında Anadolu Selçuklu Devleti Anadolu’ya hâkimdi. Bununla birlikte Selçukluların zayıflamasıyla Anadolu coğrafyasında beylikler ortaya çıkmaya başlamıştır. Osmanlı Beyliği de bu dönemde bir uç beyliği olarak kurulmuştur.

Osmanlı Devleti’nin Hızla Büyüyerek Cihan Hâkimi Olmasının Nedenleri:


—Beyliğin çevresinde güçlü bir devlet bulunmaması


—İyi yetişmiş padişahların ve yöneticilerin devleti yönetmesi


—Baştan itibaren merkeziyetçi bir devlet yönetiminin benimsenmesi


—Ele geçirilen bölgelere doğudan gelen Türkmenlerin yerleştirilerek Türk nüfuzunun arttırılması (İskân Politikası)


—Fethedilen topraklarda yaşayan halkların ulusal kültürlerine saygı gösterilmesi (Hoşgörü ve Adalet Anlayışı)


—Dini otoritelerin ve diğer beyliklerin desteğinin sağlanması (Osman Bey Ahi Lideri Şeyh Edebali’nin kızıyla evlenerek bölgedeki Türkmenler üzerindeki gücünü arttırmıştır)


—Cihat anlayışı ile fetihlerin kolaylaşması

Orhan Bey Dönemi’nde devletin kurumsal yapısı geliştirilerek divan örgütü kurulmuş; idari, adli ve askeri örgütlenme sağlanmıştır. Yıldırım Bayezit döneminde ise Anadolu’da Türk birliği büyük ölçüde sağlanmıştır. Son olarak II. Murat Dönemi’nde, haçlılara karşı kazanılan Varna ve II. Kosova Savaşları ile Avrupalılar savunmaya, Osmanlılar taarruza geçmişlerdir. Bu ilerleyiş 1683 Viyana Bozgununa kadar sürmüştür.

OSMANLI DEVLETİ YÜKSELME DÖNEMİ (1451-1579)


Osmanlı tarihinde Fatih Sultan Mehmet’in tahta geçtiği (1451) yıl ile Sokullu Mehmet Paşa’nın ölümü (1579) arasında geçen süreye “Yükselme Dönemi” adı verilir.


Yükselme döneminde en önemli tarihi gelişme hiç şüphesiz Fatih Sultan Mehmet’in 1453 yılında İstanbul’u fethetmesidir. O yıllarda eski adıyla Konstantinopolis (Yunanca) Bizanslıların elindeydi ve Rumeli ile Anadolu arasında Osmanlı toprak bütünlüğünü bozmaktaydı. Ayrıca İstanbul jeopolitik ve stratejik öneme sahipti. Bununla birlikte İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in şu hadisi fethe ayrı bir değer katmaktaydı: “İstanbul mutlak fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutandır. Onu fetheden asker ne güzel askerdir.”

İstanbul’un Fethi’nin Sonuçları:


—Ortaçağ kapanmış, Yeniçağ başlamıştır.


—Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul olmuştur.


—Osmanlı Devleti bir imparatorluk, bir dünya devleti haline gelmiştir.


—Dünyanın en uzun ömürlü devleti olan Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu yıkılmıştır.


—Savaş teknolojisinde bir devrim yaşanmıştır. Nitekim Fatih gemileri Haliç’e karadan yürütmüş ve büyük toplarla aşılamayan surları yıkmıştır.


—Avrupa’da şatoların büyük toplarla yıkılabileceği görülmüş ve bu sayede krallar derebeylerini mağlup ederek merkezi otoritelerini güçlendirmişlerdir.


—Bizans’tan kaçan Rum bilginler ve sanatkârlar İtalya’ya gitmişler ve Rönesans’ın başlamasına neden olmuşlardır.


—İpek Yolu Osmanlıların himayesine girmiş ve Avrupalılar Doğu’ya ulaşmak için farklı yollar aramışlardır. Bu gelişmeler Coğrafi Keşiflerin gerçekleştirilmesine yol açmıştır.

Fatih Dönemindeki Diğer Gelişmeler:


—Devlet adamı yetiştirmek amacıyla Topkapı Sarayı’nda Enderun okulu açılmıştır.


—Divana sadrazam başkanlık etmeye başlamış ve divan teşkilatı geliştirilmiştir.


—Osmanlı Devleti’nin ilk düzenli ve yazılı kanunu olan “Kanunname-i Ali Osman” adıyla kanunlar hazırlanmıştır.


—Fatih Kanunamesi’nde devletin istikrarı için taht mücadelesine girişen şehzadelerin öldürülebileceğini belirtmiştir.


—Fatih zamanında Osmanlı Devleti’nin ilk yüksek okulu “Sahn-ı Seman Medresesi” (Bugünkü İstanbul Üniversitesi) açılmıştır.

Fatih Sultan Mehmet’ten sonra padişahlığı oğlu II. Beyazıt devralmıştır. II. Beyazıt kendisine karşı isyan eden kardeşi Şehzade Cem’e karşı mücadele etmiştir. Osmanlı Devleti tarihinde “Cem Sultan Olayı” adıyla geçen Cem İsyanı devletin gelişmesini önleyen olaylardandır.


Yine II. Beyazıt döneminde İran Safevi lideri Şah İsmail’in adamlarından olan Şahkulu Anadolu’da isyan çıkartmıştır. Bu isyanda Osmanlı Devleti’nin gelişmesini geciktiren başlıca olaylardandır. Bununla birlikte Osmanlı topraklarındaki Şii ayaklanmaların büyük bir bölümü İran Safevi Devleti’nin kışkırtmasıyla meydana gelmiştir.

Yavuz Sultan Selim Dönemi (1512-1520)


II. Beyazıt’tan sonra padişahlığı Yavuz Sultan Selim devralmıştır. Yavuz Mısır Seferi’ne çıkarak Memlukluları Mercıdabık (1516) ve Ridaniye (1517) savaşlarıyla mağlup etmiştir. Sonuç olarak Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferiyle kutsal topraklar (Hicaz) ve halifelik Osmanlıların eline geçmiştir. Ayrıca bu seferle Osmanlı Devleti’nin ekonomik gücü artmış ve Baharat Yolu Osmanlıların denetimine girmiştir.

Kanuni Sultan Süleyman Dönemi (1520-1566)


Kanuni Sultan Süleyman döneminde Osmanlı İmparatorluğu en geniş sınırlarına ulaşmış ve Avrupalı devletler arasındaki ilişkilerde önemli rol almıştır. Nitekim bu dönemde Fransa kralı Fransuva Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu kralı Şarlken’e karşı Osmanlı Devleti’nden yardım istemiştir.


Diğer taraftan Sultan Süleyman padişahlığı sırasına Anadolu’da ve Mısır’da çeşitli isyanlarla karşılaşmıştır. Daha sonra ise önce batıya (Avusturya) sonra ise doğuya (İran Safevi Devleti) yönelmiştir.


Kanuni döneminde Osmanlı donanması gelişmiş ve Barbaros Hayrettin Paşa (Hızır Reis) ile denizlerdeki gücümüz artmıştır. Preveze Deniz Savaşı’nda Barbaros komutasındaki Osmanlı donanması Şarlken’e karşı bir başarı daha elde etmiş ve Akdeniz’deki Türk hâkimiyeti pekişmiştir.


Kanuni döneminde Osmanlı donanması, Hint Okyanusuna hâkim olan Portekizliler ile karşı karşıya gelmiştir. Sonuç olarak Hint Deniz Seferi’nde de Osmanlılar önemli başarılara imza atmışlardır.


Kanuni Sultan Süleyman döneminde Fransa ile ilişkiler geliştirilmiş ve iki devlet arasında 1798 yılında Fransa’nın Mısır’ı işgal etmesine kadar geçen sürede dostluk ilişkisi sürmüştür.   


Yükselme devrine damgasını vurmuş bir diğer devlet adamı Sokullu Mehmet Paşa’dır. Sokullu Mehmet Paşa devşirmelikten yükselerek sadrazam olmuştur. Sokullu döneminde Kıbrıs fethedilmiştir. Ayrıca bu dönemde Sokullu’nun gerçekleştirilemeyen kanal projeleri (Süveyş Kanalı ve Don-Volga Kanalı) ön plana çıkmıştır.

OSMANLI DEVLETİ DURAKLAMA DÖNEMİ (1579-1699)


Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa’nın ölümünden (1579), Kutsal İttifak (Papanın önderliğindeki Avrupalılar) devletleri ile Osmanlı Devleti arasında imzalanan Karlofça Antlaşması’na (1699) kadar geçen süreye Duraklama Dönemi adı verilmiştir.


Duraklamanın temel sebepleri ise şöyledir:


—Padişahların yönetimi sadrazamlara bırakmaları, şehzadelerin sancaklara gönderilerek Lala’lar tarafından eğitilmesi uygulamasına son verilerek padişahların tecrübe kazanmasının engellenmesi ve Celali İsyanları’nın artması (Yönetimin Bozulması)


—Yeniçerilerde “Ocak, devlet içindir.” anlayışının yerini “Devlet,  ocak içindir.” anlayışına bırakması (Askeriyenin Bozulması)


—Lüks harcamalara gidilmesi, Osmanlı toprak ve askeri yapısının temeli olan tımar sisteminin bozulması, savaşlardan olumsuz sonuçlar alınması, sıkça değişen padişahlarla cülus bahşişinin artması ve sayıları artan yeniçerilere verilen ulufelerin aşırı hale gelmesi nedeniyle devlet gelir-gider dengesinin bozulması (Maliyenin Bozulması)


—Venedik, Fransa ve İngiltere başta olmak üzere dış devletlere verilen kapitülasyonların Osmanlı ekonomisini zayıflatması ve Avrupa’daki Coğrafi Keşifler sonucunda Osmanlı ülkesinden geçen İpek ve Baharat yollarının eski önemini kaybetmesi (Ekonominin Bozulması)


—Avrupa’da başlayan bilim ve teknik alanındaki ilerlemeye ayak uydurulamaması (Eğitimin Bozulması)


—Osmanlı Devleti’ne karşı Avrupa’da ittifaklar kurulması (Dış Politikada Gerileme)


Duraklama dönemi padişahlarından I. Ahmet, Ekber ve Erşed kanunu çıkartmıştır. Bu kanuna göre Osmanlı hanedanının en yaşlı ve aklı başında olan üyesi padişah olacaktır. Fakat bu yenilik olumsuz sonuçları beraberinde getirmiş ve devlet yönetiminde amaçlanan etkinliğe ulaşılamamıştır.


Duraklama döneminin bir diğer tanınmış padişahı Genç Osman’dır. Disiplinsizlikleri nedeniyle Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmaya teşebbüs eden Genç Osman Yeniçeriler tarafından öldürülmüştür. Genç Osman ordunun ayaklanması sonucunda öldürülen ilk padişahtır.


Genç Osman’dan sonra IV. Murat padişah olmuştur. Bilime önem ve değer veren IV. Murat devlet yönetimini analiz etmek amacıyla Koçi Bey’e bir rapor hazırlatmıştır. İçki ve tütünü yasaklayan ve gece sokağa çıkma yasağı uygulayan IV. Murat, baskı ve şiddetle de olsa ülkede huzur ve güveni sağlamıştır. Diğer taraftan İran’a seferler düzenleyen IV. Murat, İranlılarla bugünkü Türk-İran sınırını belirleyen Kasr-ı Şirin Antlaşması’nı (1639) yapmıştır.

Duraklama döneminde, Köprülüler ailesinden sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa 1683 yılında Viyana’yı kuşatmıştır. Başarısızlıkla sonuçlanan kuşatmada Osmanlı ordusu bozguna uğramıştır. 1683 Viyana Bozgunu’ndan itibaren Sakarya Meydan Muharebesi’ne kadar Türkler Avrupa’da geri çekilme sürecine girmişlerdir.


Osmanlı Devleti’nin duraklama döneminde ıslahatlar yapılarak devletin gücü arttırılmaya çalışılmıştır. Fakat ıslahatlar, çoğu zaman oluşturan kişinin şahsına bağlı kaldığından ve köklü olmadığından dolayı kesin çözüm sağlanamamıştır.


Osmanlı Devleti’nin 17. yüzyılı (Duraklama Dönemi) Avusturya ile yapılan savaşlarla geçmiştir denilebilir. Ayrıca bu dönemde devlet yönetiminde Kösem Sultan ve sadrazamlar (özellikle Köprülüler) etkin rol almışlardır.


Duraklama dönemi Osmanlılar ile Kutsal İttifak devletleri arasında imzalanan Karlofça Antlaşması’yla (1699) sona ermiştir. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti Avrupa’da ilk kez toprak kaybetmiştir. Söz konusu antlaşmadan sonra Osmanlı sürekli toprak kaybetmeye başlamış ve gerileme dönemine girmiştir.

OSMANLI DEVLETİ GERİLEME DÖNEMİ (1699-1792)


Kutsal İttifak devletleri ile Osmanlı Devleti arasında imzalanan Karlofça Antlaşması’ndan (1699), Osmanlılar ile Rusya arasında imzalanan Yaş Antlaşması’na (1792) kadar geçen süreye Gerileme Dönemi adı verilmiştir.


18. yüzyılı kapsayan gerileme dönemi boyunca Osmanlı Devleti özellikle Rusya ve Avusturya ile mücadele etmiştir. Rusya ezelden beri boğazları ele geçirip sıcak denizlere inmeyi düşünmekteydi. Ayrıca bu dönemde Avusturya ile Osmanlı tarihinin en ağır antlaşması olan Pasarofça Antlaşması (1718) imzalanmıştır.

Lale Devri (1718-1730)


Lale Devri, Avusturya ile imzalanan Pasarofça Antlaşması (1718) ile Patrona Halil İsyanı (1730) arasında geçen dönemdir. Lale Devri’nde devlet adamları sefaya dalmış, zevk ve eğlence düşkünlük haline gelmiştir. Bu nedenle Sadrazam Damat İbrahim Paşa öncülüğündeki bu döneme Lale Devri adı verilmiştir.


Lale Devri’ndeki diğer önemli gelişmeler şöyledir:


—Batı kültürünün ve gelişiminin tanınması için Avrupa’ya ilk defa elçi ve öğrenci gönderilmiştir.


—Avrupa’dan matbaa getirilmiştir. (Matbaanın getirilmesine ve dini eserlerin basılmasına karşı çıkan gerici kesimler matbaanın yaygınlaşmasını engellemişlerdir.)


—Kültür, sanat, bilim ve eğitimde gelişme yaşanmıştır.


—Kâğıt ve kumaş imalathanesi açılmış, çinicilik geliştirilmiş, çiçek aşısı uygulanmış ve itfaiye örgütü kurulmuştur.


Lale Devri padişahı III. Ahmet’in Patrona Halil İsyanı ile öldürülmesinin ardından tahta I. Mahmut geçmiştir. I. Mahmut Dönemi’nde, Osmanlı Devleti’nin en büyük düşmanları olan Avusturya ve Rusya ile savaşlar yapılmıştır. Osmanlılar bu dönemde Fransa’nın arabuluculuğu ile bu devletlerle Belgrat Antlaşması’nı (1739) imzalamışlardır.


Belgrat Antlaşması, Osmanlı Devleti’nin 18. yüzyılda Avrupa’da kazançlı çıktığı son antlaşma olmuştur. Bu antlaşmaya aracılık eden Fransızlara 1740 yılında kapitülasyonlar verilmiştir. 1740 tarihinde verilen kapitülasyonlar zamanla Osmanlı ekonomisini iyice zayıflatmış ve sorun oluşturmaya başlamıştır.


Osmanlı Devleti ile Rusya arasında imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması (1774), 18. yüzyılda Osmanlıların imzaladığı en ağır antlaşmalardandır. Bu antlaşmayla Kırım Osmanlı topraklarından ayrılmış, Fransa’dan sonra Ruslara da kapitülasyonlar tanınmış ve Osmanlı vatandaşı olan Ortodokslar Rusya’nın koruması altına alınmıştır.

III. Selim Dönemi (1789-1807)


Tarihçilere göre, Osmanlı Devleti’nde yenilik hareketleri III. Selim’le başlamıştır.


III. Selim Dönemi’ndeki başlıca yenilik hareketleri şunlardır:


—Modern bir ordu olan Nizam-ı Cedit kurulmuştur. (Ancak yeniçeriler ayaklanarak bu ordunun kaldırılmasını sağlamışlardır)


—Nizam-ı Cedit ordusunun ihtiyaçlarını karşılamak için İrad-ı Cedit adında ayrı bir bütçe oluşturulmuştur.


—Matbaa devlet korumasına alınmış ve ilk devlet matbaası açılmıştır.


—Avrupa ülkelerine (Londra, Viyana, Berlin, Paris) daimi ve siyasi alanda etkili olmak üzere elçilikler açılmıştır.


—Yerli malı kullanılması teşvik edilmiştir.


Yeniçeri Ocağı’ndan Kabakçı Mustafa ayaklanarak III. Selim’i tahttan indirmiştir. Bu olay devlet yönetiminde Yeniçerilerin ne kadar olumsuz rol aldığını ortaya koymaktadır.


Ayrıca III. Selim Dönemi’nde çok uluslu devletleri parçalanmaya götüren Fransız İhtilalı (1789) başlamış, Avusturya ile Ziştovi Antlaşması (1791) ve Rusya ile Yaş Antlaşması (1792) imzalanmıştır.


Osmanlı Devleti Yaş Antlaşması ile “Dağılma Dönemine” girmiştir. Bu antlaşma sonucunda kaybedilen toprakların geri alınabileceği ümidi yok olmuş ve bundan sonra Osmanlı Devleti elindeki toprakları koruma mücadelesi vermiştir.

OSMANLI DEVLETİ DAĞILMA DÖNEMİ (1792-1922)


Osmanlı Devleti ile Rusya arasında imzalanan Yaş Antlaşması (1792) ile devletin yıkılış tarihi olan 1922 yılı arasında geçen süreye “Dağılma Dönemi” adı verilmiştir.


Dağılma döneminin başlarında Fransızlar İngiltere’nin Ortadoğu ve Uzakdoğu’daki çıkarlarını engellemek için Osmanlı toprağı olan Mısır’ı işgal etmiştir. Bu gelişme üzerine İngiltere ve Rusya Osmanlı Devleti’ne askeri yardımda bulunmuş ve söz konusu devletler arasından denge politikaları uygulanmıştır.


19. yüzyılda (Dağılma Dönemi) Osmanlı Devleti, Sırplar ve Yunanlılar (Rumlar) başta olmak üzere Fransız İhtilalı’nın (1789)  yaygınlaştırdığı milliyetçilik akımından etkilenen ulusların isyanlarıyla mücadele etmiştir. Ayrıca söz konusu yüzyılda Avrupa devletleri (İngiltere, Fransa) ve Rusya ile güç dengeleri gözetilerek mücadele edilmiştir. Bu dönemde Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali paşanın isyanı ve diğer bağlantılı gelişmeler devleti uğraştıran önemli olaylardandır.

Sened-i İttifak (1808)


Osmanlı Devleti tarihinde ilk defa Sened-i İttifak ile padişahın yetkileri sınırlandırılmıştır. Türk demokrasi tarihi açısından bu gelişme bir dönüm noktasıdır denilebilir. Islahatlarıyla tanınan II. Mahmut döneminde, Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa önderliğinde ayanlarla devletin imzaladığı bu sözleşmenin önemli hükümleri şunlardır:


—Padişaha ait yetkilerin bazıları ayanlar tarafından kullanılabilecek ve ayanlara danışılmadan karar verilmeyecek.


—Ayanlar merkezin otoritesini kabul edecek ve ıslahatları destekleyecek.


—Bu sözleşme devletin gücünün zayıfladığını, ayanları tanıdığını ve ayanlara bile söz geçirilemediğinin kanıtıdır.


Sened-i İttifak anayasa hukukçuları tarafından Türk tarihinin ilk yazılı anayasal belgesi olarak kabul görmektedir.

II. Mahmut Dönemi Yenilikleri (1808-1839)


—Islahatların önündeki en büyük engel olan Yeniçeri Ocağı kaldırılmış, yerine Avrupa tarzında kurulan ve donatılan Asakir-i Mansure-i Muhammediye adında yeni bir ordu kurulmuştur.


—Divan örgütü kaldırılmış, yerine Bakanlıklardan (Nezaret) oluşan hükümet sistemi getirilmiştir.


—İltizam usulü (Tımar Sistemi) kaldırılmış, vergi toplama görevi maaşlı görevlilere verilmiştir.


—Yönetimde Eyalet, Liva, Kaza, Nahiye, Köy ve Mahalle şeklinde yeni bir örgütlenmeye gidilmiş, sancaklar Liva (İl) olmuştur.


—İlköğretim zorunlu hale getirilmiş ve okullar yaygınlaştırılmıştır.


—Harbiye ve tıbbiye açılmıştır.


—Mülkiyet hakkı güvence altına alınmıştır. (Müsadere usulü kaldırılmıştır)


—Takvim-i Vekayi adında ilk resmi gazete çıkarılmıştır.


—Ülke genelinde askeri amaçlı bir nüfus sayımı yapılmıştır.


—Posta teşkilatı kurulmuştur.


—Devlet memurlarına tek tip elbise giydirilmiştir.

Tanzimat Fermanı (1839)


Osmanlı Padişahı Abdülmecit’in tek taraflı olarak ilan ettiği fermandır. Kanun önünde herkesin eşit kabul edildiği ve hukukun üstünlüğünün tanındığı bu ferman ile asıl amaçlanan, azınlıklara yeni haklar tanınarak onları devlet bünyesinde tutmak ve Avrupalı devletlerin güvenini kazanmaktır.

19. yüzyıldaki bir diğer gelişme Rus Çarı’nın Osmanlı Devleti’ni “Hasta Adam” olarak nitelendirmesi ve hasta adamın topraklarını aralarında paylaşmayı İngiltere’ye teklif etmesidir. Diğer taraftan bu dönemde, sıcak denizlere inme düşüncesiyle Osmanlı Devleti’ne karşı Rusya cephe almıştır. Bu gelişme üzerine İngiltere ve Fransa, Rusların boğazlara egemen olmasını istemedikleri için Osmanlı Devleti’nin yanında olma siyasetini sürdürmüşlerdir. Ayrıca bu dönemde Kırım Savaşı (1853-1856) sırasında Osmanlı Devleti tarihinin ilk dış borcunu almıştır.

Islahat Fermanı (1856)


Padişah Abdülmecit, 1856 tarihinde, Avrupalı devletlerin desteğini sağlamak, azınlıkların devletten ayrılmasını önlemek ve azınlıkların durumunu bahane eden Avrupalı devletlerin içişlerine karışmasını engellemek amacıyla Islahat Fermanı’nı ilan etmiştir.


Islahat Fermanı ile azınlıklara geniş haklar tanınmıştır.

Abdülmecit Dönemi Yenilikleri


—Tanzimat ve Islahat Fermanları ilan edilmiştir.


—Bütün şeri ve örfi hukuk kuralları Mecelle adıyla toplanmıştır.


—Tanzimat Döneminde ilk defa Avrupa tarzında mahkemeler kurulmuştur. (Nizamiye Mahkemeleri)


—Bank-ı Dersaadet adıyla ilk banka kurulmuştur.

Birinci Meşrutiyet (1876)


Padişahın devlet yönetimindeki otoritesini bir meclisle paylaştığı yönetim sistemine meşrutiyet adı verilmektedir. Birinci Meşrutiyeti ilan eden padişah II. Abdülhamit ve bu süreçte önemli pay sahibi olan grup ise Genç Osmanlılardır. (Mithat Paşa, Namık Kemal, Ziya Paşa)


Meşrutiyetle gelen yenilikler şunlardır:


—Osmanlı Devleti’nde halk ilk defa yönetime katılmış ve parlamenter sistem kurulmuştur.


—Müslüman Türkler ile azınlıklardan oluşan ve seçimle göreve gelen vekillerden kurulu Mebusan Meclisi açılmıştır.


—Toprak sahiplerinden oluşan ve padişahça atanan Ayan Meclisi oluşturulmuştur.


—Osmanlı Devleti’nin ve Türk tarihinin ilk yazılı anayasası olan Kanun-i Esasi yürürlüğe konmuştur.


II. Abdülhamit 1877-1878 Rus Savaşını (93 Harbi) bahane ederek meclisi kapatmış ve anayasayı askıya almıştır. Bu tarihten itibaren geçen otuz yıllık dönem İstibdat (Baskı) Rejimi olarak adlandırılmıştır.


19. yüzyılda (Dağılma Dönemi) Osmanlı Devleti’nin mücadele ettiği en önemli devlet Rusya’dır. Rusya Slav ırkından olan balkan uluslarını Panislavizm politikasıyla kışkırtmış ve Osmanlı topraklarının parçalanmasına neden olmuştur. Bu dönemde başta İngiltere olmak üzere Avrupa devletleri Rusya’ya karşı, Osmanlı Devleti’nin yanında olma politikasını sürdürmüşlerdir.

II. Abdülhamit Dönemi Yenilikleri


—Yukarıda da değinildiği üzere bu dönemin en önemli yeniliği meşrutiyetin ilanıdır.


—Söz konusu dönemde devletin resmi dili Türkçe olarak ilan edilmiştir.


—Çiftçiye destek sağlamak amacıyla Ziraat Bankası (1863) açılmıştır.


—Batı Anadolu’da, Batı Trakya’da pek çok demiryolu yapılmış, ayrıca Bağdat ve Hicaz demiryolları açılmıştır.


—Mekteb-i Hukuk-u Şahane adıyla bir hukuk fakültesi açılmıştır.


—Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Akademisi) açılmıştır.

II. Abdülhamit Dönemi’nde dış borçlarını ödeyemez hale gelen Osmanlı Devleti, 1881 yılında Duyun-u Umumiye İdaresini (Dış Borçlar İdaresi) kurmuştur. Bu gelişme Osmanlı Devleti’nin ekonomik bağımsızlığını kaybettiğinin göstergesidir.

XX. Yüzyılda Osmanlı Devleti


XX. yüzyılın başlarında dağılma sürecinde olan Osmanlı Devleti’nin çöküşten kurtulması için Osmanlı aydınları ve devlet adamları tarafından fikir akımları ortaya atılmıştır. Bunların en önemlileri şunlardır:


Osmanlıcılık: Bu akımın savunucuları devlet bünyesindeki tüm vatandaşların din, dil, ırk farkı gözetilmeyerek eşit kabul edilmesini savunmuşlardır. Yani bu görüşe göre tüm farklılıklara rağmen bütün halk Osmanlı vatandaşı sayılmalıdır. 


İslamcılık (Ümmetçilik): Padişah II. Abdülhamit’in de desteklediği bu akıma göre, Osmanlı sultanı halifelik gücünü kullanarak tüm İslam coğrafyasını bir araya getirerek devleti parçalanmadan kurtarabilir.


Türkçülük (Turancılık): Özellikle Türk düşünürü Ziya Gökalp tarafından desteklenen ve zemin bulan bu akımda Türk milleti unsuru ön plana çıkarılmış ve Pantürkizm ideal olarak benimsenmiştir.


Batıcılık: Tanzimat ve Islahat fermanlarının da ilanında etkili olan bu akıma göre Osmanlı Devleti batının siyasi, sosyal ve felsefi görüşlerine paralel değişimleri gerçekleştirmelidir.

Diğer taraftan 1907 yılında kurulan ve ordudaki subaylardan önemli destek bulan İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1908 yılında İkinci Meşrutiyet’in ilanında önemli rol almıştır. Enver Paşa’nın önderliğinde ve Türkçülük akımının savunucusu İttihat ve Terakki Osmanlı’nın son dönemlerinde yönetimde söz sahibi olmuştur. Nitekim Osmanlı Devleti tarihindeki ilk siyasi partinin de kurucusu olan İttihat ve Terakki, devletin Birinci Dünya Savaşı’na girmesine neden olmuştur.


II. Meşrutiyet’in (1908) ilanından sonra bir grup isyancı meşrutiyet yönetimine karşı ayaklanmıştır (13 Nisan 1909). Bunun üzerine kurmay başkanlığını Mustafa Kemal’in üstlendiği Harekât Ordusu Batı Trakya’dan gelerek ayaklanmayı bastırmıştır. 31 Mart Olayı olarak isimlendirilen bu olay Türk tarihinde rejime karşı yapılan ilk ayaklanmadır.


II. Meşrutiyet’in ilanından sonra, 1909 yılında yapılan düzenlemelerle padişahın yetkileri iyice kısılmış ve meclisin yetkileri arttırılmıştır. Fakat demokrasi yolundaki atılan bu adımlar, Trablusgarp Savaşı (1911) ve Birinci Balkan Savaşı’ndan (1912-1913) büyük darbe alan ve Birinci Dünya Savaşı’ndan (1914-1918) mağlup ayrılan hasta adam Osmanlı Devleti için çare olamamıştır.

Birinci Dünya Savaşı (1914-1918)


Birinci Dünya Savaşı’nın temel nedeni, sanayi devrimi sonrası, Avrupalı devletlerin giriştikleri hammadde ve pazar arayışıdır. Siyasi birliğini geç tamamlayan Almanya ve İtalya’nın, birçok sömürgesi bulunan ve güneş batmayan imparatorluk olarak isimlendirilen İngiltere’ye karşı saldırgan politikalar izlemesi savaşın esas gerekçesidir.


Bununla birlikte, 1683 Viyana Bozgunu’ndan beri Osmanlı Devleti sürekli kayıplar vermiş ve Birinci Dünya Savaşı’yla cihan imparatorunun sonu gelmiştir.


Bab-ı Ali Baskını (1913) ile yönetimde etkinliğini iyice arttıran İttihat ve Terakki bu tarihten itibaren Almanya’nın tarafında olma siyasetini sürdürmüştür. Bu gelişmelerden sonra Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’na İttifak Devletleri (Almanya, İtalya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Osmanlı Devleti) tarafında girmiştir.


Diğer taraftan ABD’nin İtilaf Devletleri tarafında savaşa girmesiyle İttifak Devletleri mağlup olmuştur. Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında, Birinci Dünya Savaşı’nı sona erdiren ve çok ağır hükümler içeren Mondros Ateşkes Antlaşması (1918) imzalanmıştır.


Ateşkes antlaşmalarının ardından mağlup devletlerle barış antlaşmaları imzalanmıştır. Osmanlı Devleti ile ise Sevr Antlaşması (1920)  imzalanmıştır. Sevr Antlaşması Osmanlı Mebusan Meclisi’nin onayından geçmediği için ölü doğmuş bir antlaşmadır ve uygulamaya konmamıştır.


Birinci Dünya Savaşı sonrası Osmanlı Devleti bağımsızlığını yitirmiş ve sömürgeci devletler tarafından topraklarımız işgale başlanmıştır. Padişahın ve İstanbul hükümetinin teslimiyetçi tutumunu gören Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a çıkarak emperyalizme karşı milli mücadeleyi başlatmıştır. 

OSMANLI DEVLETİ KÜLTÜR VE UYGARLIĞI


Osmanlı Devleti’nin kültürel yapısı Türk-İslam sentezi üzerine kurulmuştur. Bununla birlikte devletin bünyesinde farklı din, dil ve ırktan topluluklar huzur içinde yaşamıştır. Cihan imparatoru olan Osmanlı Devleti’nin kültürel yapısı, günümüzün aksine, Avrupalılar tarafından taklit edilmekteydi. Osmanlı giysileri, eşyaları ve yemekleri Avrupa’da büyük ilgi görmekteydi.


Prof. Dr. Mehmet Kaplan’a göre kültürün birçok tanımından bir tanesi şöyledir: “Kültür birikimdir.” 600 yüz yıl hüküm sürmüş, çağ açıp çağ kapatmış ve büyük şahsiyetler yetiştirmiş olan Osmanlı’nın birikimiyle kendine özgü bir kültür inşa etmesi son derece doğaldır.


Osmanlı Devleti’nde yönetim organizasyonu merkeziyetçi bir görünüme sahipti. Eski Orta Asya Türk devletlerinin aksine ülke doğu ve batı olarak ikiye ayrılmamış, tek bir merkezden yönetilmiştir. Bununla birlikte üç kıtaya yayılan devletin yönetim yapısı çok çeşitlilik arz etmekteydi. Nitekim devlet yönetiminde merkez ve taşra örgütünün yanı sıra eyaletler ve prenslikler de bulunmaktaydı.


Osmanlı Devleti’nin hüküm sürdüğü yüzyıllarda Sanayi Devrimi henüz gerçekleşmemişti. Bu nedenle söz konusu yıllarda hemen hemen her ulusun temel geçim kaynağı tarımdı. Osmanlı Devleti de bu dönemde toprak yönetiminde oldukça nizami bir sisteme sahipti. Bütün toprakların mülkiyetinin devlete ait olduğu Osmanlı Devleti’nde topraklar dirlik sistemiyle, tımarlı sipahi adı verilen devlet görevlilerine teslim edilmişti. Bu görevliler toprakların köylülere düzenli olarak işletilmesinin yanı sıra devlete belirli sayıda asker yetiştirmekteydi. Kısacası dirlik sistemiyle Osmanlı Devleti hem gelir elde etmekte hem de ordunun asker ihtiyacını karşılamaktaydı. Nitekim devletin yıkılma sürecine girdiği yıllar dirlik sisteminin bozulmaya başladığı yıllara tekabül etmektedir.


Osmanlı Devleti’nde ordu üç ana koldan oluşmaktaydı. Devşirme kökenli kapıkulu askerleri, dirlik sistemiyle yetişen ve tamamı Türklerden oluşan eyalet askerleri ve yardımcı kuvvetler. Daha öncede belirtildiği üzere tımarlı sipahilerin yetiştirdiği eyalet askerleri devlete ekonomik olarak yük olmadıkları için ordu devlet üzerinde baskı oluşturmamaktaydı.


Vakıflar Osmanlı Devleti’nde sosyal yapı üzerinde önemli pay sahibi olan önemli kurumlardandır. Osmanlı eğitim sisteminin temelini oluşturan Medreseler vakıfların desteğiyle var olmaktaydı. Ayrıca birçok hastane, okul ve camii gibi sosyal ihtiyaçlar vakıf sistemi ile giderilmekteydi.


Kısacası devlet yönetiminde merkeziyetçi anlayış, maliye ve askeriyede dirlik sistemi ve sosyal alanda vakıflar Osmanlı Devleti’ni ayakta tutan kültürel ve Osmanlı’ya özgü öğelerdir.

Bir önceki yazımız olan Hititler başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.