Yaşam karşısında aciz olan insanoğlunu korkularından arındıran yegâne unsur bilgidir. Eski Yunan filozofu ve bilim adamı Aristoteles’in: “Bütün insanlar doğası gereği bilmek ister.” özdeyişi bu saptamayı doğrular niteliktedir. Bilginin sınırları günümüzde çok genişlemiştir. Eski çağlarda insanlığın dağarcığındaki tüm bilgileri düşünürler öğrenebilmekteydi.Günümüzde ise bunun gerçekleşmesi mümkün olmadığından bilim çevrelerine göre gerçek bir filozofun yetişmesi artık olanaklı değildir.


Diğer taraftan bilginin önemini şu hikâye gözler önüne sermektedir: “Uzun yıllar önce hükümdarın biri halktan bir kişiye mektup göndermiştir. Karanlık olduğu için mektubu okuyamayan kişi kuşkuya ve korkuya kapılmıştır. Ne yapacağını şaşıran bu kişiye ise ışığı olan başka bir kışı yardım etmiş ve mektubu okumuştur. Nihayetinde korkulardan arınılmıştır” Görüldüğü üzere bu hikâyede bilgi sahibi olamama insanın korkuya kapılmasına neden olmuştur.


Bilgi insanın düşünce ve davranışlarında uyum sağlamaktadır. Bilginin temel kaynakları ise esasen felsefi bir konu olmakla beraber basitçe; bilim, kutsal kitaplar ve geleneklerdir denilebilir. Bilginin disipline edilmiş, yani sınıflandırılmış ve mantıksal bağlılığı tamamlanmış biçimine bilim adı verilmektedir. İnsanlığın ortak birikimi olan bilimlerin her bir dalı, belirli sınırlar dâhilindeki bilgileri içermektedir.


Çağımız aslında tam anlamıyla bilgi çağıdır. Nitekim günümüzde en önemli değer unsuru bilgidir. Yaratıcılık ve yeniliğin önem kazandığı yirmi birinci yüzyılda bilgi öne çıkmıştır. “Sanayi Devrimi” sonrası dünyada hammadde ve fiziksel işgücü zenginliğin temel kaynağı olurken; “Bilgi Devrimi” ile bilgi stoku ve bilgiyi işleyebilme yeteneği toplumlar için temel zenginlik kaynağı olmuştur.


Bilindiği üzere insanın hayat dönemi açısından zaman geçmiş, şimdi ve gelecek olarak üçe ayrılır. Çevresindeki olayları ve olguları bilmek isteyen insanın geleceği bilmesi olanaksızdır. Bununla birlikte geleceği bilme ya da en azından tahmin edebilme arzusu insanlığı geçmişi öğrenmeye yöneltmiştir. Geçmişten, yani tarih biliminden yararlanarak insan geleceği öngörebilir. Nitekim tarih tekerrürden ibarettir.


Doğa bilimlerinde matematiksel yöntemleri kullanarak geleceği tahminlemeye çalışan İstatistik Bilimi, geçmiş yılların verilerinin eğilimi yöntemiyle geleceği öngörmeye çalışmaktadır. Kısacası söz konusu bu bilim dalı geçmişten yararlanarak geleceği tahminlemektedir. Diğer taraftan bir sosyal bilim dalı olan tarih, politika yapıcılara, geçmişte yaşanan olay ve olguları hatırlatarak geleceğe yönelik doğru adımlar atılmasını sağlamaktadır.

Bir önceki yazımız olan İktisat Ve Tarih başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir